Karabatak Dergi 82.Sayı Eylül-Ekim 2025

Ben Olmadan Biz Olmaz

Ali Ural

Bir türlü “Biz”olamadığımız günlerdeyiz, çünkü “Ben” olamamıştık daha önce. Muhammed İkbal’in haklılığını Müslümanların yeryüzündeki yaşam alanları ölüm ya da tecrit alanlarına dönüştüğünde anladık. Çocuk ölüleri dahi harekete geçiremiyorsa bizi, kan ırmakları pencerelerimizin önünden akarken cennet ırmaklarını seyrediyormuş gibi kahvelerimizi yudumlayabiliyorsak “Ben” olmadığımız içindi. “Ben”olamayanın kılı kıpırdamaz çünkü.

Muhammed İkbal, insanı kendi varlığını tanımaya, kendine güvenmeye ve saygı duymaya çağırıyordu Esrâr-ı Hôdî/Benliğin Sırları adlı eserinde. Kendi imkân ve kabiliyetlerini ortaya koyması buna bağlıydı çünkü. İkbal buna benliğin geliştirilmesi, diyordu. Cambridge Üniversitesi felsefe bölümünden mezun olduktan sonra Münih Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapan İkbal, Pakistan’a döndüğünde terazinin bir kefesine Batı’yı, diğer kefesine Doğu’yu; bir kefesine bireyi, öbür kefesine toplumu; bir kefesine maddeyi, öbür kefesine merhameti; bir kefesine aklı, öbür kefesine aşkı koydu. Ona göre Batı’nın en büyük eksiği aşktı. Aşk olmayınca ilim ilâhî aslından kopup şeytanî bir kuvvete dönüşüyordu.

İkbal, benliğin geliştirilmesinin ancak tasavvuf yoluyla olabileceğini düşünüyordu. Ona göre “Nefsini bilen rabbini bilir,” hikmeti insanı kendini tanımaya ve geliştirmeye davet ediyordu.

Her varlığın bir ben olduğunu ve gelişme istidadı taşıdığını söyleyen İkbal, dağlara teklif edilen emaneti üstlenen insanın içinde taşıdığı sonsuz imkânları açığa çıkartmak sorumluluğunu taşıdığını ileri sürüyordu. Benliğin zatında yüzlerce cihan gizli olduğuna inanan İkbal, bu gizli hazinenin ortaya çıkmasının nefsin terbiyesine bağlı olduğunu vurguluyordu. Kâinattaki bütün varlıklar Yaratıcı’ya itaat ediyordu madem eşrefi mahlukat olan insan bu kaidenin dışında kalamazdı. Nefsi zapt etmek kolay değildi elbette, aşkla güçlendirilecek sağlam bir bünyeye ihtiyaç vardı.

Karabatak, Pakistan ve Edebiyat dosyasıyla huzurunuza çıkıyor 82. Sayısında. Türkiye ve Pakistan’ın kardeşliği dün olduğu gibi bugün de geçerlidir. Mehmet Akif, Safahat’ını İkbal’e, o da Peyâm-ı Maşrık’ını Akif’e göndermişti. I. Dünya Savaşı günlerinde Lahor’da on binlerce kişinin katıldığı bir mitingde İkbal öyle bir şiir okumuştu ki, Pakistanlılar varlarını yoklarını Türkiye’ye bağışlamışlardı. Şiirde öldükten sonra Hz. Peygamber’in huzuruna çıktığını, efendimizin, “Söyle bana ne armağan getirdin?” diye buyurduğunu, bunun üzerine şöyle dediğini dile getiriyordu: “Efendim dünyada huzur ve rahat kalmadı. Gönlün arzu ettiği hayat ele geçmiyor. Varlık bahçelerinde binlerce gül, binlerce lale var ama vefasızdır onlar; terk eder bizi renkleri ve kokuları. Bunların yerine bir şey getirdim size, cennette bile benzeri olmayan bir şey; bir şişe kan. Bu senin ümmetinin namusudur, şerefidir, vicdanıdır. Bu Trablusgarb’ta Çanakkale’de şehit olan askerlerin kanıdır!”

Pakistan ve Edebiyat dosyamıza emek veren ilim ve sanat ehline teşekkür ediyoruz. Röportajımızı da dosya bağlamında gerçekleştirdik.  Ahmet Nedim Serinsu’nun sorularını cevaplayan Arzu Yıldız Aydın, “Pakistan edebiyatı, sadece bir ülkenin değil bir coğrafyanın, hatta bir medeniyetin sesini taşır,” sözüyle Karabatak’ın Pakistan dosyasının ne anlama geldiğine işaret etti.  Projektör sayfamızın konuğu ise Yasemin Zengin oldu. Saf şiiri çocukta arayan Zengin, “Şiiri en çok çocuğa yakıştırırım,” dedi.

Karabatak’ın muhtevası sunuş sayfamıza sığmıyor. Hazine sandığında neler olduğunu görmek için sayfayı çevirmeye çağırıyoruz sizi.

Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Karabatak Dergi 82.Sayı Eylül-Ekim 2025 Karabatak Dergi 82.Sayı Eylül-Ekim 2025 KARABATAK82 Karabatak Dergi 82.Sayı Eylül-Ekim 2025

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.